RSS

Tuesday 23 March 2010

Eve gelirken Warhol ile konuştum. Sebebi müzik miydi, eve yalnız gidiyor olmam mıydı, çok çişim olması mıydı yoksa internetsiz kalmam mıydı? Bilmiyorum.

Laf lafı açtı, "I wonder if it is possible to have a love affair that lasts forever." dedi. Çok kendine dönük sordu, aslında fikrimi bile merak etmemişti büyük ihtimalle çünkü çok bencil biri ama ben atladım. "It of course is possible! All you need is different names." dedim. Saçını benim olmadığım tarafa savurup yüzünü o yönde tuttu. "İstesem herkesle sevişirim" diye düşümüştür kesin, megaloman. Ama zaten kimsenin onunla sevişmeyeceğini bildiği için aseksüelliğe yöneldi, haberi yok. Sanki baharlı bir dağ tepesinde kendi kendine konuşur gibi memnuniyetsiz ve bir o kadar umursamaz "That is complete bullshit" dedi. "But why, if you fall in love with one person, you can fall in love with two other at the same time and when there is one person left, you can find two or three more and you'll be having your one affair that lasts forever for ever" dedim. "You are being logical again" dedi. Evine yoğurt götürürken komşuyla karşılaşmış birinin taşıyabileceği tüm hararetimle "Which, I have to" dedim "That's the only thing you need to insist on keeping to have a complete romantic humane relationship because that is the only thing love won't give you" dedim. Gene tek nefeste konuşmuşum. "Sip some coke and feel better" dedi. "The president does it, Liz Taylor does it so you, the bum, should do it" dedi.

İkna etmeyi bilmiyordu.
Evlerimize dağıldık.

Friday 5 February 2010

nasıl olsa biter.

başarılı bir şekilde okula kabul gördüğümde duymuştum ilk önce, herkesin ağzındaydı. işletme okuyanlar, önlisans öğrencileri, mezunlar. hepsi birağız yapmıştı. birinci sınıfta kalınca da duydum. bi daha kalınca da duydum ama artık endişeli dudaklardan çıkıyodu.

artık kimse sormuyo.

okuyun çocuklar.

Thursday 3 December 2009

,

I want to run in a forest,
Where the elven sing.
And look through the leaves,
To see a star blink.

Maybe stumble on som' ol' bark,
Poor, fell for a howling wind.
Dress up for the early morning,
To see the darkness shrink.

Sit by a hunky rock,
Rest on its lovely beak.
Wait for the evening dew,
Enjoy the sparky limb.

Cuddle the gentle river,
In which the lazy Moon sleep.
Salute a tree of glory,
And devour its tasty treat.

I want to be that forest,
Where an elven sings.
Accompany a single star,
Despise the haughty leaves.

Monday 16 November 2009

bir gün harika bir başlık bulacağım!

Bi de ne düşündüm...
bence lüks hayat gibi çok güzel.

Şöyle ki, hayat pek manasız ve çok güzel. Lüks gibi, değil mi? "Lüks neden güzelmiş?" diye sorduğumda da "e hayat neden guzelamuagoym" diye soruyla cevap verdim kendime. Ya lüksün kendisi hayat kadar güzel, ya da hayat bir lüksün kendisi.

"Peki neden hayat vs. lüks?" çünkü lüks, anlamsızlık konusunda hayatla çok pis kapışır. Hayatın temeline nasıl bir anlam yükleyemediysem, lükse de pek yükleyemedim. Lüks tanımım da şu:(Fransızca aslına yakın ama farklı) 500 rende alabileceğin fiyata, tek bir amaç için kullanacağın tek bir parmesan rendesi almak ya da benzeri saçma davranışlar... "Lüks" de birçok kez üst üste söylenince anlamını en kolay yitiren kelime galiba, yeri gelmişken bunu da yazdım. Demek ki, lüks insanı (en azından zihnini) bozuyor ya da insan kolaylıkla lüksün cılkını çıkarabiliyor [Devlet bu konuda çok başarılı, devlet. Evet. Bizi adeta lükse alıştırıyor. Buzdolabından lüks vergisi alınması, en pahalı benzin falan bir yana (kıçımıza mesela) yılda iki kere istiklal’in granitleri değişiyor] O zaman ne dememiz gerekiyor? "Ben böyle değildim, yaşarken oldum." Yani hayat da insanı bozabiliyor. İnsan, hayatı zaten bozuyor. Şu son birkaç cümle benim için gayet ikna edici ama yazarak tam toplayamadım. Kısacası lüksü seviyorum, hayatı da çok seviyorum. E tabi hayat bedava, şimdilik lükslerimi erteliyorum.

Peki ben bu lüksleri ertelerken hayatım ne yapıyor? (Uyuyor. İyi geceler canım.)
O sırada kendi hayatım parmesan rendesi için para biriktiriyor. Kusura kalmayın ama şurada hepimiz belirli bir konforu elde etmek adına para kazanmak için yaşıyoruz. Kim der ki “hayır, benim amacım bu değil” işte ben senin yalanına sçym. Ya da çok zengin bir arkadaşımsın, yarın bize yemeğe gel. Şimdiye kadar yemeğe gelmiş arkadaşlarımı tenzih ederim. Herkes farkında ki kimse barda içtiği
biraya, evde sçtığı taşa, yemek pişirdiği ocağa -yani iki kuruşluk lükslerine- sırtını dönüp de “ben dağda yaşarım, domatesimin gübresi sağlam çıkar benden” diyemez. Der aslında, onu da hepimiz dedik ama yemez. İşte bu yüzden hayat da lüks. On milyon şey yapabilecekken, tek bir amaca yoğunlaşıyoruz. Yoğunlaştırılıyor muyuz? Değil mi? Oscar Wilde, yalnız değilsin, seni çok iyi anlıyorum...

Ama affedersin de, gucci buzluğu anlayamıyorum!!

Bütün bunları da lükse olan zaafımdan biraz utandığım için yazdım. “Aslında kırsalda yaşamak lazım aağbie!” yazısı da yazabilirdim ama beni belirli ölçüde tanıyan insanlar, söz konusu kırsalın Hamptons olduğunu düşünebilir.
Kimseyi yargılamıyorum tabii...